
Okul Yolu
Okulumuzu üzerine bina ettiğimiz ilkelerimizi, yani bizi taşıyan sütunlarımızı ve neyi neden pratik ettiğimizin teorisini dinlemeye hazır mısınız? Zira birazdan kimseye bir şey dayatmadan, herhangi bir kanıt ihtiyacı gütmeden, referansımızın başkaları değil kendimiz olduğu bir yol; Okul Yolu hakkında konuşacağız.
01
02
03

04
05
01
En Büyük Öğrenci
Bir yere varmaksızın sadece yol yürüyendi. Serüveninde soru sormayı asla bırakmaz ve buldum demenin bariyerine takılmazdı. Her öğrenme aslında bir hatırlamaydı ve bu sebeple o rehberi kendi içinde arardı, başka bir yerde değil! Bilgiyi, deneyimle harmanlayarak bilgeliğe dönüştürmeye çalışırdı. Hata yapabilendi "en büyük öğrenci"; tökezlemesi onun öğrenmeye ne kadar da açık olduğunun göstergesiydi. Anımsadıklarını kendisine saklamaz, onları mütevazı bir şekilde oturduğu sofralarda diğer yolcularla da paylaşırdı. Başkalarına ‘öğretme’nin aslında öğrenmenin kendisi olduğunu ve bu paylaşımlar esnasındaki esas öğretmenlerin karşısına çıkan aynaları; kendisinin ise daima öğrenci olduğunun bilincindeydi. Bu yüzden de dinlemeye, işitmeye en açık olandı en büyük öğrenci. Birine gerçekten bir şey öğretmenin tek yolunun ise yalnızca, sabırla kendi yolunda yürümek olduğunu, diğerlerinin onun ayak izlerini inceleyerek kendi yollarını hatırlayacaklarını aklından çıkarmazdı. Fakat günümüzde insanlara bir şey öğretmenin yolu diploma, sertifika almaktan geçmekteydi. Deneyimin kendisinden çok öğretmenin o unvanı almış olması bizler için yeterli gelmekteydi. En iyi öğrenci etiketleri önemsemez, kimseyi de unvanlara, makamlara göre değerlendirmezdi. Onun gözünde herkes öğrenendi ve gerektiğinde de herkes birbirine rehberlik-öğretmenlik edebilirdi.

02
Zamansız ve Mekansız
%20copy%203.png)
%20copy.png)
.png)

Okul, oku-mak isteyen herkesin özgürce ulaşabileceği, kişi yüzünü nereye dönerse dönsün görebileceği bir şey olmalıydı. Her ne kadar etimolojik olarak ‘okul’ kelimesi bir ‘yer-alan’ ifade etse de, bize göre okul “zamansız ve mekansız”dı. Biz neredeysek okul da oradaydı, gittiğimiz her yere onu da taşıyabilmeliydik yanımızda. Yani, hem her yerde, hem de hiçbir yerdeydi. Aslında okul, içinde bulunduğumuz uçsuz bucaksız kainatın, en küçük zerresinden en büyüğüne kadar ta kendisiydi. En çok da bizdik ve kendisini hala öğrenci hisseden 7’den 70’e herkesti!… Günümüzde ise adına eğitim denilen şey, sabit, hareket etmeyen dört duvarlarda, belirli bir zaman aralığına ‘sıkıştırılmış’ bir şekilde sürdürülmekteydi. Oysa insan hayatında öğrenmenin olmadığı bir an hayal edilebilir miydi? Eğitim, içine girilince başlayan ve çıkılınca biten bir şey miydi yani? O hayatın her anındaydı, dakikalar, saatler, günler ve de yıllarla ölçülemezdi varlığı.
03
Kendini Bil
Bir insanın “kendini bil”mesinden daha yüce bir gayesi yoktu bu hayatta. Zaten bütün evren de işbirliği yapmakta ve yol yürüyebilmesi için kendinde toplaması gerekenleri hatırlatmaktaydı ona. Kendine, çevresine ve bütüne yapabileceği en büyük katkı da kendi yolunda yürümesiydi insanın, çünkü karanlığını aydınlatmış her yeni bireyle birlikte kolektifteki bir bilinmeyen de bilinmiş oluyordu böylece. Hepimiz birbirimize bağ-lıydık! Fakat artık müfredatlar “insan olma”yı araştırmıyordu; kabaca hayatta kalmak ve para kazanmak için yapılması gereken şeyler üzerine konuşuyorduk biz okullarda. En çok da korku tohumları ekiyorduk zihinlere. Ve günümüzde gençlerin çoğu mezun olduğu bölümle ilgilenmiyordu bile. Yaşam döngüsündeki yerini bulamayanların akıllarında tek bir soru yankılanıyordu; “Ben kimim?”…
Eğitim sistemimiz ve müfredatlarımızı, ruh-zihin-beden üçlemesine ve ihtiyaçlarımıza göre yeniden düzenlenmeliydi. Bireyin kendi özünü, tabiatını ve çevresini anlamlandırmak için başvurduğu, öğrenmeyi arzuladığı her konu, okullarda kendine yer bulabilmeliydi. “Boş ders” olarak adlandırılan bedensel ve sanatsal alanlarla, neredeyse günümüz müfredatlarında bahsi bile geçmeyen ruhsal, sezgisel, gökyüzü ve yeryüzüne dair çalışmaların, diğer konu başlıklarıyla eşit bir şekilde dağıtılması gerekmekteydi. Okulların amacı bilgiyi vermek değil, soru sormanın, şüpheye düşmenin önemini hatırlatmak olmalıydı. Ve ister teorik, ister pratik olsun, önceliğimiz, karanlık zamanlarda nasıl ‘nefes’ alınacağını ve yönümüzü nasıl aydınlatabileceğimiz üzerine olmalıydı. Çünkü her insan hakikate yalnızca kendi yolunda yürüyerek ulaşabilirdi ve keşfettiği şeyi de bize ancak kendi marifetiyle anlatabilirdi.


%20copy%205.png)
%20copy%206.png)
%20copy%204.png)
%20copy%208.png)
%20copy%207.png)
%20copy%209.png)
%20copy%2010.png)
%20copy%2022.png)
04
Bağ-, Bahçe


Çocukken, akıştayken “bağ- bahçe”de neşe ve keyifle oyunlar oynar, kirlenir, keşfeder, çıplak ayakla gezinir ve en önemlisi de an’da kalırdık. Hatta herhangi bir koşulda, yoklukta yeni bir oyun bile üretir, kurabilirdik. Fakat şimdilerde yaşadığımız yerler, eğitim yuvalarımız, çalıştığımız ortamlar, egzersiz yaptığımız alanlar ve daha niceleri… Dört duvar arasına sıkışıp kalmıştık! Bütün hastalıkların sebebi, yani insanın herhangi bir tedaviye, terapiye ihtiyaç duyması, işte bu beton sevdasından, yeryüzüne, gökyüzüne ve kendi tabiatına karşı olan ilgisizliğinden kaynaklanıyordu. Toprak ile aramıza giren ne varsa değiştirmeye ve onu doğaya uyumlu bir hale getirmeye çalışmalıydık. Çünkü her gün çıplak ayakla yerküreye temas etmek, onun manyetik alanından faydalanmak kullanacağımız herhangi bir ilaçtan çok daha etkiliydi. Hekim ilgilenir, doğa iyileştirirdi.
Ama bizim zeminle bağ-ımız kopmuştu ve köklenmek, hatta yeşillenmek yalnızca bir boş vakit aktivitesi olmuştu… Gün içerisinde bağ-, bahçe’de yeteri kadar oyun oynamadığımız gibi göğe de dönmüyorduk yüzümüzü. Modern olarak isimlendirdiğimiz şehirlerin ışıkları da şöyle uzanıp semayı; sayısız yıldızları, Güneş’i ve Ay’ı seyre dalmamıza, sonsuzluğun bize ayna tutmasına ve derinleşmemize izin vermiyordu zaten. Ve içimizdeki dervişin kollarını açıp semâ edebilmesi için etrafımıza örülmüş bu yüksek surların arasındaki o dar patikayı bulmamız gerekiyordu adeta.
İşte bu sebeple Okul buluşmaları bağ-, bahçelerde, parklarda, yollarda yapılmalı, açılan alanlarda muhabbet eksik olmamalı, tartışmaların odağı ise “Ben kimim?”, “‘İnsan’ olmak ve ‘yolda olmak’ ne demek?” soruları üzerine olmalıydı. Kurulan çemberlerde ruh-zihin-beden farkındalığının, hem ilkel hem de en gelişmiş hali araştırılmalı ve katılımcıların kendilerini daha iyi tanıyabilmeleri ve dengeye ulaşmaları amaçlanmalıydı. Bireysel olduğu kadar partnerli çalışmalarla yeni bağ-lar, yani farklı kelimelerle yeni cümleler kurulması sağlanmalıydı. Belki de en önemlisi tekrardan oyun oynamanın önemi vurgulanmalıydı. Çünkü bir yere varmaksızın, üzerinde herhangi bir baskı olmaksızın, eğlenerek, hikayeler anlatarak, oynayarak yapılan eğitimin kişi ve kolektif üzerindeki etkisi çok daha kuvvetliydi.
05
%20copy%2013.png)
%20copy%2014.png)
%20copy%2011.png)
%20copy%2012.png)
%20copy%2015.png)
Hezârfen
Altın bilezikler arıyorduk kendimize ama zamanla birer kelepçeye dönüşüyordu bileğimize taktıklarımız. İnsan kendi eliyle, bile isteye, içinde bulunduğu odayı yıkılması zor tuğlalarla bir hapishaneye çeviriyor ve mahkum ediyordu kendisini. Zamanla kabını terk etmesi ve evrilmesi, yani bir makamdan ötekine geçmesi gerekirken, rehin kalıyordu dört duvar arasında. Elbette bütün bunlar; prangalar, düğümler, dizginler de önemliydi, insan kısıtlanmayı öğrenmeden özgürlüğün tadına varabilir miydi? Sınırlar çizilmeden sonsuzluğa uzanılamazdı. Fakat sayısız yolu vardı yürümenin, yaratmanın ve ifade etmenin. Şekil ve renk değiştirmeliydi insan; ahenkle dans etmeli ve dans ederken de renk tonlarının tamamını sergilemeliydi eteğinde. Oysa yürümeyi, yaratmayı, ifade etmeyi ve hatta uçmayı beklerken adım atamaz, yol yürüyemez buluyordu kendisini. Diploması, sertifikası, mesleği, unvanı, etiketi, bağ-ımlılığı olmuştu onun…
Bize sunulan bu ebediyette yalnızca bir dala tutunmamalı, farklı disiplinler arasında kanatlanarak uçmalı, yani “hezârfen” olmalıydık! Bin bir yönünü keşfetmeliydik kendimizin; okumalı, yazmalı, konuşmalı, çizmeli, boyamalı, toplamalı, çıkarmalı, raks etmeli, kaydetmeli, sergilemeliydik… Basit isimlerle seslenmemeli, kılıflar uydurmamalıydık hünerlerimize ve sınıflandırmamalıydık kendimizi, dünya böyle istiyor diye. Vakitleri yoktu bazılarının bir insanı okuyup öğrenmeye, sindirmeye. Bu sebeple de tek bir kelimeyle duymak istiyorlardı bizden kim olduğumuzu! Yaptığımız, ilgilendiğimiz hiçbir şeyi yazar, müzisyen, mühendis, doktor, yönetmen, öğretmen, simyacı, sufi-derviş, yogi-guru gibi ‘bir şey’ olmak için, unvan ve etiketler almak için yapmamalıydık. Çünkü 'bir şey' olan 'başka bir şey' olamazdı, fakat 'hiçbir şey' olan ise 'her şey'e dönüşebilirdi. Eğer bir unvan alınacaksa bir gün onu bize insanlık sunacaktı zaten kendi elleriyle… Elimizin uzandığı her dal ve içinde bulunduğumuz her çatı içimizdeki tohumun, gerçek potansiyelimizin görünür olmasına ve ruhumuzun döngülerinden geçip basamaklar çıkmasına yardım ediyordu. Ve kişinin kendisinden başka kimse keşfedemez, bilemezdi içine neyin ekilip ekilmediğini. Ama günümüzde okullar, öğretmenler ve müfredatların amaçları insanı tek-tipleşleştirmek olduğu için birçoğunun içindeki tohumun henüz filizlenmeden ölmesine sebebiyet vermektelerdi.
Çok yönlü, boyutlu olan bir insanın resmin bütününü görmesi kolaylaşacaktı. Merak ettiği, bir dalda öğrendiği veya kendince geliştirdiği bir şeyi diğer yerlere aktarmakta ustalaşacaktı. İlgilendiği farklı alanlar sayesinde kendisine bir boşluk yaratabilecek, bir ilhamın gelişine yer açabilecek ve kendini bilme sürecini rahatça demlenmeye bırakabilecekti. Bir kişi bütün enerjisini, günlerini, ömrünün otuz beş senesini tek bir şeye adarsa eğer, ilgilendiği şey her ne ise kendisini o olmadığı zaman ‘var’ olamayacakmış gibi hissederdi. Üretemediği, yaratamadığı, kazanamadığı zamanlarda veya emekliliğinde depresyona girer, o belirsizlikte ve karamsarlıkta yönünü de nasıl bulacağını bilemezdi. Oysa kendisinin bütün potansiyellerine açık olan ve ilgilendiklerini ve yaşam enerjisini günlerine-yaşamına eşit paydalarda dağıtan biri, türlü sebeplerle, ister kişisel olsun, ister çevresel, sıkıştırıldığında ya da önü kesildiğinde onu oldurmaya çalışmazdı. Sızlanmadan başka bir dala atlayarak kendisinin yeni bir tarafını keşfederdi.



%20copy%2016.png)
%20copy%2021.png)
%20copy%2018.png)
%20copy%2020.png)
%20copy%2019.png)
%20copy%2017.png)