
Festival
Dünya, ilk bakışta zıt, farklı gibi gözükenlerin aslında birbirine ve evlerine nasıl da kavuşma özlemiyle yanıp tutuştuğunu gözlemlediğimiz bir deneyim sahası oldu bizim için. Gece geç saatlere kadar ‘ses’ çıkartıp dans eden ve sabahında ‘sessiz’ yürüyüşe kalkan, meditasyona oturan insanlarla karşılaştık burada; yaşamında ‘yüzey’lerinde dolaşmayı seven kişilerin yoga matının içinde nefes alış-verişleriyle ‘derin’leşmelelerine şahit olduk. Geçmiş hayatlarımızda çok ‘kaba’ olarak nitelendirdiğimiz, hatta ‘panik atak’ geçirtebilecek bir müzik tarzının ‘ince’, eğlenceli ve iyileştirici bir yüzünü gözlemledik; ve benzer şekilde ‘şifa’ olması niyetiyle yaptırılan hareket ve doğaçlama gibi bazı çalışmaların da bazen insanlara ‘zehir’ olabileceğini, yoğun gelebileceğini tarttık. Zira herkesin ‘tetiklendiği’ ve ‘yüzleşmekten kaçtığı’ yer farklıydı; kimisi sessizliğe, yalnızlığa, kimisi de gürültüye ve kalabalığa yabancıydı. Ama zaten bizim de amacımız tam olarak gezegenimizin üstlendiği misyon gibi birlikteliğin ve dileyeni aynı sofraya oturtabilmenin bir yolunu araştırmaktı. Ve bunun için de tüm zıtlıklara ve yaşamın aydınlık ve de karanlık taraflarını kucaklamaya ihtiyacımız vardı; tabii bir de yaşamı doyasıya kutlamaya! Birbirine susamışları düzenlediğimiz festivallerle, şölenlerle bir araya getirmeye devam edeceğiz.
ücretli
yüz yüze
geniş

M.S. 2012
“2012” yılında Maya takviminin bitişi sebebiyle dünyanın sonunun geleceğine dair rivayetler atılmıştı ortaya. Güya o ‘son’ geldiğinde Şirince’ye bir gemi yanaşacak ve orada bulunan insanların tamamını kurtaracaktı…
Her ne kadar bu ‘son’ beklediğimiz şekilde gerçekleşmese de, hakikaten 2012’den sonra hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Bu tarih adeta uyanış için bir milattı; insanlık susuzluğunun farkına varmış ve kendini bilmeye doğru daha bilinçli bir halde yürümeye başlamıştı. Tıpkı “Denize Doğru” açılmanın topluluğumuz için bir milat olması gibi.
Dünyanın son gününe ev sahipliği yapan Şirince’ye, 2012’den tam 11 yıl sonra, bir başka başlangıç adına geri dönüyoruz. Ve 21-24 Eylül tarihleri arasında, Şirince Kayserkaya‘da gerçekleştireceğimiz “M.S. 2012” isimli festivalimize hepinizi davet ediyoruz! Bizi, insanlığımızı kurtaracak herhangi bir geminin gelmesini beklemeden ‘birliktelik’ için elimizden geleni yapacak; yogaya, harekete, dansa, atölye çalışmalarına, tadımlık lezzetlere, müziğe, düşünceye ve dahasına doyacağız.

M.S. 2012’de Dicle Doğan ile birlikte gerçekleştirdiğimiz “hareket ve doğaçlama” çalışmasından güzel an’lar. Bu yoğun pratik esnasında kâh ağladık, kâh güldük; çocukluğumuza, en saf halimize döndük. Tek bir vucut olmayı, birlikte yerlerde yuvarlanmayı, ağır adımlarla yol yürümeyi ve özgürce havalara uçmayı deneyimledik.
M.S. 2012’nin tartışmasız en sevilen çalışması oldu Taylan Aktuğ‘un “ses çemberi”. Dersin enerjisi öylesine yüksekti ki zamanın nasıl geçtiğini hiç anlamadık. Hem eğlendik, hem de deşarj olduk. Yakaladığımız ritimle özümüze ve birbirimize daha çok bağlandık. Bir nevi Taylo tarafından yeniden akort edildik de diyebiliriz. Ve farklı tonların birleştiklerinde kulağa ne kadar da uyumlu ve güçlü geldiğini bir kez daha deneyimlemiş olduk.
M.S. 2012 içerik bakımından zengin bir festivaldi. Fakat kimi zaman yaşanılan bu yoğunluk, boğazımızın düğümlenmesine veya göğsümüzde bir sıkışıklık oluşmasına neden oldu. Birce Kirkova‘nın “resimli iletişim” ve “karakter tasarımı” atölye çalışmalarıyla ise tıkanıklıklarımızı anlamlandırmanın ve kendimizi, hissettiklerimizi ifade etmenin bir yöntemine kavuştuk. Zira sanatla ilgilenmek ruhun konuşmasına izin vermek demekti. Yarattığımız karakterler ve onlara biçtiğimiz özelliklerle bilinçdışımızı kağıda dökmeyi öğrendik. Kim bilir? Belki de bir gün o kahramanın yardımıyla hiç bilmediğimiz diyarlara yelken açacaktık. Taşıdığımız olumsuz duygularla çizgiler ve renkler sayesinde yüzleştik. Ve eşleştiğimiz tesadüf gibi görünen bir yüz ise yaşamın güzel bir veçhesiyle tanıştırdı bizleri. Aslında herkesin baktığı başkasıydı ama gördüğü kendisiydi.
M.S. 2012 festivalinde kendimizi bütünüyle bırakabildiğimiz anlar yaşattı Sıla Pamuk‘un açtığı “ses şifası” alanı. Sıla, dingin sesi ve kullandığı enstrümanları ile huzurlu bir içsel yolculuğa çıkardı bizi. Tabii yayılan bu titreşime Kayserkaya’nın büyülü doğası; rüzgarı, yaprakları, suyu ve kuşları da eşlik etti. Fiziksel çalışmaların ardından girdiğimiz bu uyku-uyanıklık arasındaki hâl canımıza can kattı sanki. Zamanla gevşeyen bedenimizi zihnimiz de takip etti. Hoş kokularla döndük geriye. Çektiğimiz kartlarla yolculuk esnasında karşılaştığımız imgeleri anlamlandırdık. Ve deneyimlediğimiz eşzamanlılıkları birbirimizle paylaştık.
M.S. 2012'nin olmazsa olmazlarından biriydi "yoga", bütünleşmek, birleştirmek için elzemdi Zeynep Aydın'ın nefesi. Pratik esnasındaki pozlar, duruşlar değildi önemli olan; o mata çıkmaya gönüllü olmaktı. Çünkü bizi bizden başka kimse bırakamazdı gölgede. Ve zaten esas savaş dışta, bedende değil; içte, zihinde ve ruhta yaşanırdı. Fakat biz gerektiğinde dinlenip hareketi zihnimizden de sürdürebileceğimizi öğrendik. Hepimizin mücadelesi, indiği derinliği farklıydı. Ama bir taraftan da hiçbirimiz yalnız değildik bu savaş meydanında; odağımızı ve nefesimizi hatırlatan bir rehberimiz ve varlığından güç bulduğumuz dostlarımız vardı aramızda.
M.S. 2012 festivalinde, herkesin tüm çıplaklığıyla sahne aldığı unutulmaz anlar yaşandı. Bu anlardan biri de Yavuztan İnam‘ın öncülüğündeki “hareket ve doğaçlama” çalışmasında gerçekleşti. Birlikte karanlıktan aydınlığa, insan olmaya doğru bir yolculuğa çıktık. Dört elementten ve onların manalarından geçtik. Ruh-zihin-beden uyumlanınca iyi-kötü yüzleşebildiğimiz bütün duygularımızı ifade ettik. Son olarak ise hareketsizce bekledik, fakat iç dünyamızda özgürce dans etmeye devam ediyorduk.
Evrendeki her şey zıttıyla var olurdu; iyi ve kötü, aydınlık ve karanlık, doğum ve ölüm, sıcak ve soğuk, ses ve sessizlik. Yaptığımız her hareket özünde hareketsizliğe, sükunete kavuşmak içindi. Tıpkı içinde bulunduğumuz zaman ve mekanın bizi her şeyin ötesine, sonsuzluğa davet etmesi gibi. Başlangıçta sessizlik vardı ve ardından ilk hareket, yani bir ‘uyan’ış gerçekleşmişti… Sessizliğe dönüşün, nefeslerde derinleşmenin ve yeniden ‘uyku’ya yatacak olmanın bir habercisiydi aslında o ilk hareket. Bedenini gerçekten eğitmekle ilgilenen biri giderek sessizleşeceğini bilmeliydi…
O zaman dans! “M.S. 2012”deki kurtlarımızı döktüğümüz anlar...
Bizimle birlikte olan tüm sanatçı ve eğitmenlerimize ve tabii katılımcılarımıza çok teşekkür ederiz. Festivalden beri kalbimiz büyümüş, genişlemiş gibi hissediyoruz.

ŞÖLEN
Dünya, ilk bakışta zıt gibi gözükenlerin aslında evlerine, birbirlerine nasıl da kavuşma özlemiyle yanıp tutuştuğunu gözlemlediğimiz bir deneyim sahası oldu bizim için. Oysa bir şekilde bahaneler üretip yasaklar koyar, iptal ederdik festival, seremoni, şenlik ve şölenleri. Kurulamazdı sofralar, açık tartışma çemberleri; mahrum kalırdı insan farklı hünerlerde bireylerle tanışmaktan. Buluşamazdı eril ve dişil, eşleşemezdi artı ve eksi; kesilirdi nefesin alış-verişi. Doğabilecek yeni keşiflerin ve kuvvetli birlikteliklerin önüne geçilirdi. Nitekim kontrol etmek daha kolay olurdu sorgulamayanı ve de sergilemeyeni.
Şimdiyse tüm bu bahaneleri bir kenara bırakarak doğayla iç içe, insanla baş başa verebileceğimiz, özgürleştirici ve dönüştürücü bir alan yaratmak adına buluşacağız. 12-15 Eylül tarihlerinde Fethiye, Yanıklar’da yer alan Pastoral Vadi’de gerçekleşecek “Şölen”imizde, aynı çatı altında toplanmanın ve hemzeminde oturmanın anlamlarını derinlemesine keşfedeceğiz.

Şölen’i anlatmaya nereden mi başlamalıydık? Elbette ki birlikte yaratmanın gücü kuvvetinden…
Bizimkisi Nasreddin Hoca gibi bir göle ‘maya’ çalma denemesiydi, tutup tutmayacağını ise zaman gösterecekti. Hepimiz farklı birer insan olsak da bir şekilde hemzeminde toplaşabilir ve elimizdekilerle de ziyafetleri şenlendirebilirdik. Fakat birliktelik zor bir zanaattı mütemadiyen bir itiş-çekiş yaşanacaktı. Konfor arayan kendini huzursuz bir halde bulacaktı. Ama tüm bunlara rağmen aynı sofrada kalabilmek, yani topluluk olabilmek işte o bir sanattı! Organizasyonun içinde yön versin diye bazı aracılar, rehberler, sanatçılar, ‘eşikten geçirenler’ olacaktı, ama buluşan kalpler birbirinden ne eksik ne de fazlaydı; bu yolculukta hepimizin elinden tutması gereken bir şeyler vardı. Zira ilerleyen günlerde roller değişkenlik gösterecekti ve bunun için de herkesin vaktini beklemesi ve şimdilik üzerine düşeni giyinmesi önemliydi. Yoksa tüm yapı dağılacaktı!
Ve Şölen bu yazdıklarımızı iliklerimize kadar yaşattı bize. En küçücük taşı yerinden oynatsak üzerimize devrilecek bir etkinliği beklentimizin ötesinde tamamladık. Artık daha da umutluyuz! Eksikliğini çektiğimiz şeyin kendimizde gizli olduğunu ve bunu hatırlamak, kendimizi bilmek için de ‘öteki’lerle buluşmaya, kavuşmaya ihtiyacımız olduğunu biliyoruz. Değişmesini istediğimiz şeyi, düzeni başkasından yapmasını bekleyemeyiz. Yani bazı şeyleri yaratması bize mi kaldı? Evet bize kaldı! Ve o ‘biz’, içinde ‘bir’likte’ olma ateşini canlandıran herkestir!
Sizlere en iyisi biraz da festivalimizin güzergahından bahsedelim!
Yola çıkmadan önce bir hedefimiz ve de buna göre oluşturduğumuz kaba taslak bir planımız vardı. Çok keskin sınırlar, köşeler Şölen’in tadını kaçırabilirdi, özellikle zaman, mekan ve insan konusunda esnek kalmak ve öngörülmeyene açık olmak önemliydi. Çünkü kervan esasen yolda dizilecekti! Öbür türlüsü hızlı aksiyon almak ve değişikliğe gitmek pek mümkün gözükmezdi. Neyseki yelpazemiz epey genişti ve paydaşlarımız da etkinliği güçlendirmek niyetindeydi. Tabii en nihayetinde son kararlar hep oyun kurucuya aitti.
Pastoral Vadi'yi seçmemizdeki sebeplerin başında, geniş bir araziye yayılmasına rağmen derli toplu kalmamızı sağlayabilmesi ve birden fazla platforma sahip olması gelmekteydi. İçerik ve alan eşleştirme konusunda bazı sabitlerimiz olduğu gibi bazı seçimleri de rehberlerin kendilerine bırakmıştık. Ayrıca yanımızda taşıdıklarımızla boş bir yere sahne kurabilmekte ve sonra onu toplayıp kaldırabilmekteydik. Ertesi gün ise aynı malzemelerle farklı bir yapı inşa edebilmekteydik.
Birbirine arka çıkabileceğini düşünerek tanıştırdığımız eğitmen ve çalışmalara, ziyafet süresince yeni iş birlikleri de eklendi. Böylece atölyeler ve katılımcılar şenlendi, etraf da bir güzel süslendi! Zira bizim için en kıymetlisi her bir zerre ve bütünün kendisini onurlandırmak ve yeri geldiğinde muhalefet de ederek onu en yüksek potansiyeline, taşıdığı mücevhere yaklaştırabilmekti. Gerisi zaten kendiliğinden ışıldayacaktı!…
“Ayin-i cem”; Şölen’de günlere yayılan içeriğin ve birbirinden farklı gibi gözüken disiplinlerin, tek bir potada toplandığı, yani ayrılanların buluştuğu ve kutlama ateşinin yakıldığı büyülü tören.